Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08-25-2015, 05:51 PM   #1
meltem
Senior Member
 
Üyelik tarihi: Apr 2015
Mesajlar: 11.064
Standart Darksiders İnceleme

“Kuzu ikinci mührü açınca, ikinci yaratığın ‹‹Gel!›› dediğini işittim. O zaman kızıl renkte bir at çıktı ortaya. Binicisine dünyadan barışı kaldırma yetkisi verildi. Bunun sonucu olarak insanlar birbirlerini boğazlayacaklardı. Atlıya ayrıca büyük bir kılıç verildi.”
- Vahiy 6. Bölüm



Savaş, savaş asla değiş.. Ahh pardon o başka bir oyundu. Ama şimdi fark ettim ki aslında Interplay ne güzel söylemiş zamanında. Savaş asla değişmez. Nerede, kimler arasında olursa olsun, neyle yapılırsa yapılsın savaş asla değişmez. Öyle ki oyunlarda bile. Bugüne kadar birçok savaş temalı oyun oynadık. Hatta şu günlerde bile sürekli aynı
tema üzerine gidiliyor. StarCraft, Black Ops, New Vegas, Medal of Honor hepsi de savaş temalı oyunlar. Bir oyun strateji de olsa, adventure da olsa illa ki bir savaş teması geçiyor. Peki ama nedir bu savaş? Neden insanlara çok cazip geliyor? Ya da daha doğrusu sürekli olmasının sebebi cazip gelmesi mi? Yoksa bunun arkasında başka bir şey mi War?(!)

Bu benim savaşım

Her şeyden önce Cennet ve Cehennem vardı. Ve aralarında ezelden ebede süren bir savaş. Daha sonra bu savaşın dengede kalmasını sağlayan ve sınırları onlar tarafından belirlenen bir Konsey oluşturdu . Onlar dengenin koruyucusuydular. Herhangi bir tarafın üstün bir güç elde edip diğerini yok etmemesini amaçladılar. Nitekim bir süre sonra Cennet ve Cehennem, Konsey’e karşı uslu duracaklarına yemin ettiler. Çünkü ikisi de Konsey’in ceza uygulayıcılarının gazabına uğramaktan korkuyordu. Mahşerin dört atlısı adındaki korkusuz dört savaşçıdan. Bu kargaşada üçüncü bir ırk olan insan yaratıldı ve Konsey’e bir zaman sonra bu ırkın sonsuz savaşa sonuç ve evrene denge getireceği bildirildi. Ve böylece insan krallığı doğmuş oldu. Konseyin koruması altına 7 adet mühür teslim edildi. İnsan krallığı savaşa hazır olduğu zaman bu yedi mühür de kırılacak ve üç krallıkla birlikte evrenin kaderi belirlenecekti.





İşte böyle bir hikaye ile başlıyor Darksiders. Daha ilk dakikadan kötü bir şeyler olacağını hissediyorsunuz. Sonra bir sinematik giriyor. Sıradan bir metropol gününde bir anda insanlar gökyüzünden düşen binlerce ateş topundan kaçmaya başlıyor. Sonrasında ise kargaşa ve en nihayetinde kaos.


Darksiders bildiğiniz veya en azından yazının başından da anlayacağınız gibi Mahşerin Dört Atlısı’ndan kırmızısı olan Savaş’ın etrafında gelişen bir oyun. Hikayede bahsettiğimiz mühürler kırılmaya başlandığından Cennet ve Cehennem, ebedi savaşlarını dünyaya taşıyorlar. Ve onları durudurmak adına (aslında ilk başta bu amaçla gelmiyoruz ama) kırmızı atlımız dünyaya iniyor.

Abbadon

Vigil Games tarafından geliştirilen ve dağıtımcılığını THQ’nun yaptığı Darksiders aslında klasik bir action-adventure ve hack ‘n slash oyunu. Oyundaki amacımız, ne olduğunu anlamadan üzerimize atılan suçlamalardan kendimizi arındırmak. Bunun için de son savaşı başlatan Destroyer adlı şeytanı yok etmek.

Buraya kadar aslında diğer aksiyon-macera oyunlarından pek bir farkı yok. Yine her bölüm sonunda çok güçlü bir yaratık var ve biz o yaratığa gelen kadar ondan daha güçsüz yüzlercesini kesip biçiyoruz ve en sonunda da oyunun en güçlü yaratığını öldürüyoruz. Ancak Darksiders’ın benim için en ilgi çekici yanı konusu oldu. Oldum olası cennet-cehennem kavgasının konu edildiği hikayelere ilgi duymuşumdur. Meleklerin savaşlarını belki de birçok filmde izlemişimdir. Dini konuları ele alan aksiyon filmlerine karşı ayrı bir hastalığım olduğunu da kabul ediyorum.

İşte bu yüzden bu oyun beni kendine bu kadar çabuk çekmeyi başardı.

Kardeşlerim nerede!!

Oyun grafik açısından World of Warcraft tarzında bir yapıya sahip. Görsellik size sanki bir çizgi romandan fırlamışlık hissi veriyor. Zaten yapımcıların oyunu anlatırken üzerinde durdukları nokta da bu. Sonuçta Vigil Games, Joe Madureira ve David Adams adlı iki çizgi romanı sanatçısı tarafından kurulmuş bir şirket. Her ne kadar ciddi bir konu, buhranlı bir havası olsa da görsellikteki canlılıklar sizi sıkmıyor veya abes kaçmıyor. Çevre tasarımları çok güzel hazırlanmış. Dünyanın son savaştan bir asır sonraki hali, her bölgenin kendi efendisine göre yeniden şekillenmiş yapısı ve o canlılığın içine bir şekilde başarıyla yerleştirilmiş solgunluk, size gerçekten de “ölmüş” bir dünyada dolaşıyormuşsunuz hissi veriyor. Karakter tasarımları da nitekim benzer şekilde.





Eğer internetten araştıracak olursanız 13. yüzyıl ve benzer zaman sanatçılarının Savaş’ı nasıl resmettiklerini göreceksiniz ki, sanırım bu tarz bir kahramanı yönetmek bizleri fazla tatmin etmeyeceği konusunda benimle hem fikir olacaksınız. Korkusuz bir asker olan Savaş, namına yakışır bir şekilde tasarlanmış ve karakteri ona göre oluşturulmuş. Kendinden on kat büyük düşmanlarına bile gözünü kırpmadan karşı duran, hiç kimsenin hükmü altına girmeyen ve, iyi ya da kötü, sadece sorumlu olduğu kuralları yerine getiren bir karakter. Savaştığımız yaratıklar veya karşılaştığımız diğer meleklerde aynı şekilde. Tasarımlar biraz abartılı bir şekilde yapılmış. Her melek neredeyse bir heybet abidesi, başta bizim karakterimiz, aynı şekilde her yaratık da kötülüğün form bulmuş hali.

Grafiklerin atmosfere kattığı bu etki, karakter tasarımları ve seslendirmeleri olmasa bu kadar ballandırılacak seviyede olmazdı diye düşünüyorum. Liam O’Brien’in seslendirdiği Savaş her daim öfkeli, gururlu ve ezilmeyen yapısı ile size “Gelin be! Hepinizi toptan silerim bu dünyadan!” dedirtiyor. Ses efektleri gerek büyülerde gerekse savaşlarda çok yerinde olmuş. Kulağınızı tırmalayacak hiçbir kusur yok gibi. Hele ki müzikler, sizi gerçekten atmosfere sokmaya birebir. Daha oyunun açılış ekranındaki müzikle birlikte havaya giriyorsunuz zaten.



meltem isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla